Yaşamak

Soğuk bir kış günüydü. Lapa lapa yağan karın altında, sokak lambasının olduğu taraftan gelen bir ses, kulağımı gıdıklıyordu. Şıkır-şıkır diye şiddetlenen ses, karton kolinin ileri geri hareketleriyle vücut buluyordu. Karton kolinin içinde bir köpek olduğunu düşündüm ilk başta. Ama netice ne olursa olsun o yardıma muhtaç bir canlıydı. Fakat sokak lambasının ilerisine doğru uzanan sürünme izi beni insan olduğu kanısına itti. İlerdeki boğuşma izleri de bu düşüncemi kanıtlar nitelikteydi. Her saniye artan merakımı bir kenara bırakıp karton kolinin olduğu noktaya yöneldim. Baktım ki kolinin üzerinde, avuç içi siyah tabakayla kaplı, parmaklarının elle birleşim noktası kanlı ve gözleri yaşlı merul-merul bakan bir çocuk. Soğuktan, yırtık elbisesiyle vücudunun arasına çuvallar, poşetler yerleştirilmiş; üşüyen ayaklarını yarım yamalak örten ayakkabı portakal kabukları ile doldurmuş. Fakat gene de ayakları donmak üzere, o sıcacık kalbi ise belli ki artık bu soğuğa doymuş. Hafifçe sızlayan gözyaşları beni görünce yoğunlaştı, aktı. İçimi ise onun o vaziyeti yaktı. Bağırıyordu “ Yapma ağabey yapma! Sen bari geri kalan paramı eşyalarımı benden çalma.” diyordu. Boğuşma izlerinin cevabını yavaştan bulsam da düşüncelerime aldırış etmeden çocuğu kolisinden çıkarıp kucakladım, üzerine de paltomu örterekten evime götürdüm. Çocuk son kelimeleri ettikten yarı baygın bir hale büründü. Hiç vakit kaybetmeden şiltenin üzerine yatırıp kuzineyi yaktım. Sonra da bir tas çorba kaynatıp çocuğa içirdim. Kanayan ellerini sirkeli suya batırdığım çaputla sardım. Biraz olsun kendine gelen çocuk, bitap düşerek uykuya daldı. Bende kafamı düşüncelerime gömerek içimdeki sorguya katıldım. Haykırışına ve parmak eklemlerinin kanamasına bakılırsa kendini birilerinden savunmuştu. Fakat elindeki kara katran gibi tabaka neydi? Yoksa bu çocuk ayakkabı boyacılığı mı yapıyordu? Pantolonun sağlam yeri nadir olmasına rağmen sol cebi sağlam, sağ cebi yırtıktı. Bunca savaşı parası için mi vermişti? İyi de bu yaştaki bir çocuğun evde derslerine çalışıyor, annesi ve babası ile vakit geçiriyor olması gerekmez miydi? Çocuk neden paraya muhtaç olup sokaklarda yatmaktaydı? Anası babası mı onu bu yaşama terk etmişti? Derken, içimdeki biri iki saatlik muhakemeden sonra çocuk uyandı. Mahcup bir vaziyette portakal kokan ayaklarına bakıyordu. Ona uygun bir gömlek bulup giydirebilmiştim. Fakat küçüklük pantolonlarımı odun alacak param olmadığı zamanlarda yakmak zorunda kalmıştım. Şu an ise halim vaktim yerinde ve odamı kömürle ısıtıyorum. Çocuk yine mahcup bir vaziyette: ‘” Ağabey acaba bana içirdiğin çorbadan biraz daha var mı?” dedi. Kafa sallayarak hemen getirdim ve geri kalan çorbanın hepsini ona içirdim. Üzerini işaret ederek bir şeyler sormaya çalıştım. O da çorbanın ağzında bıraktığı izleri silerek durumu anlayıp anlatmaya başladı:“ Ağabey durumumu merak ediyorsun biliyorum. Hikâyeme en başından başlayacağım. Anamın daha önce bir çocuğu daha varmış benden yaşça büyük. Senin gibi bir ağabeyim varmış ağabey düşünsene. Anam ağabeyimi çok konuştuğu için her gün dövermiş. Bir gün ağabeyim anamı bir amca ile uyurken görmüş. Adam anama çeşit çeşit elbiseler alıp, para veriyormuş. Ne iyi amcalar var değil mi ağabey. Babam gurbette çalışıyormuş o aralar. Eve gelince anama sormuş. Bu elbiseler, bu paralar nereden geliyor. Benim gönderdiğim maaş bunları almaz nereden buldun bunları. Anam demiş işte bana bunları hayırsever bir adam gönderdi. Babam inanmamış ve anamı dövmüş. Ağabeyimde dayanamamış babama olanları anlatmış. “Baba öğretmenim hasta olmuş geçen hafta. O yüzden dersten erken çıkmıştık. Okuldan geldiğimde anam bir amca ile yatıyordu, amca anama elbiseler almış ve biraz da para bırakmış kızma ona. O doğru söylüyor baba amca çok iyi biri bana da kitap defter almış.” sözünü tamamlamadan babam ağabeyimi dışarı çıkarmış, o adamın aldığı tüm eşyaları yakarak anamı öldüresiye dövmüş. Anam uyumuş ağabey, başkaları ile uyumak kötü bir şey mi diye düşünürdüm ilk başta. Lakin gerçekleri anlayınca insan saflığını da kaybediyor, sevgisini de, kendisini de? Tabi babamın tatili bitmiş. İş yerine geri dönmüş. Ağabeyimin dilinin üzerinde anam kömür söndürmüş, foyasını ortaya döktüğü için. Gücü yeten yetene mi ağabey. Bu dünyanın kuralı bu mu? Neyse ağabey babamın iş yeri ertesi gün kapatılmış. Babam eve geri dönmüş. Bakmış ki ağabeyim konuşamıyor, anamın kucağında ben. Hiç kimseden bir ses çıkmıyormuş. Anama ağabeyimin neden konuşmadığını sormuş babam. Ama bir türlü cevap veren olmamış. Ağabeyim kekeleyerek bir şey anlatmaya çalışmış. En sonunda anam gerçekleri söylemiş demiş ki: “Ne seni istiyorum ne de senden olan çocuklarını. O geveze oğlunun da gevezeliğine son verdim. Maşa ile dilinde kömür söndürdüm. Senin gibi çulsuz beceriksiz bir kocaya da isteyerek varmadım zaten.” demesine kalmadan babam anamın başına köz maşasını vurarak öldürmüş. Beni çocuk esirgeme kurumuna, ağabeyimi de cebine bir miktar para koyarak şehirdeki teyzemlere göndermiş. Kendisi de jandarmaya teslim olmuş. Mahpusta babama paçoz kocası demişler ağabey, paçozda ne demekse artık. Babamda dayanamamış kavga etmiş, onu oracıkta şişlemişler. Ablalar konuşurlarken duydum. O gün terk ettim zaten yurdu. Babamı göremedim, abimi göremedim, anamı göremedim. Dünyanın yüzü görsem ne olur dedim. Çıktım ayakkabı boyacılığına başladım. Çöpten topluyordum ayakkabı cilalarını. Kendi rızkımı kazanmaya başladım ve kazanıyorum da. Allah bereket versin kış aylarında kazancım iyi. Sokaktaki içkici amcalar paramı çalmazlarsa tabi. Sokakta kalmamın kirasıymış bu. Direndim vermek istemedim, birkaç yumruk salladım ama nafile. Sayıca kalabalıklardı. Allah razı olsun senden ağabey. Sen olmasan soğuktan donar ölürdüm oracıkta. Ben yaşamıyorum ağabey, ben hayatta kalıyorum! Annemin ne olduğunu, paçozun ne anlama geldiğini biliyorum. Ama ben farkında olduğum şeyleri bilsem de bunları bilmeden yaşamak istiyorum. Bu cümleler bir çocuğun dilinden nasıl çıkar diyebilirsin ağabey. Ama asıl soru şu. Benden büyük insanların dilinden nasıl böyle cümleler çıkmaz. ” Diyerek sarıldı. İkimizinde gözyaşları omuzlarımızda ve kalplerimizde birleşti. Benim ise yüreğime koca bir acı ilişti. Bunca yıl sonra yaşamış olduğun hikâyeyi başkasından dinlemek. Bunca yıl sonra hiç hatırlamak istemediğin olayları hatırlamak. Konuşur haldeyken birileri tarafından susturulmak. Bir dilsiz konuşamaz, kendini ifade edemez. Diye sanırlar da ama bilmezler ki dili olanlarda bazen konuşamaz. Bilmezler ki konuşma aracı dil değil. Bilmezler ki sol yanında taşıdığının da bir dili var. Nice şairin, nice yazarın dizeleri dilli miydi? Nice bestekârın besteleri dilli miydi? Hep sol yanına alabildiğin kadarıyla dillenmedi mi? Hepsi dillenirken ne kadarı dinlendi. Bir dilsiz konuşamaz, bir sağır duyamaz, bir kör bakamaz. Bir engelli yürüyemez koşamaz. Ama bir sağır; bir dilsiz, bir kör, bir engelli şu okuduğun dizeleri yazar da hiçbir engeli olmayan insan, bu yazılanları anlayamaz…

Yazar Hakkında
Toplam 275 yazı
Üzgün Kiraz
Üzgün Kiraz
Yorumlar (Yorum yapılmamış)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

×

Bir Şeyler Ara